1. bir an için nefessiz kaldığınızı hayal edin. ilk tepkiniz ölüyorumdur ve hissetdiğiniz ölüm korkusudur. korkunun kaynağı belli ve şiddetlidir. yaşadığınız korku kısa sürelidir çünkü buna maruz kaldığınız sürece korkarsınız. rahat nefes alabilen insanların yaşadığı şey ise geleceğe dairdir, engelleyemediği sürekli bir huzursuzluk halidir. dolayısıyla, ölme kaygısıdır. kaynağı belli değildir. her türlü seçenek mevcuttur: nefessiz kalma, dilini yutma, kanser olma, araba çarpması, yıldırım düşmesi, trenin önüne itilmesi vb. kaynağı veya aracı ne olursa olsun, asıl olan şey ölümdür.

    peki insanlar neden ölmekten endişe duyarlar? bunun cevabının, dini inanışa sahip olup olmamakla veya inanışın mertebesiyle pek alakalı olduğunu sanmıyorum. arkaplanda, kim olursa olsun, öldükten sonra hayatın "bensiz" de aynı çoşkusuyla süreceğine karşı, kesif bir kıskançlık ve ifade edilemeyen bir bencillik besler. sensiz bir anlam ifade edemeyeceğini düşündüğün "şey"lerin, sen olmadan da anlam ifade edebilmesini yadırgar. kendisi bilinmezliğe giderken, bildiği bir hayatı geride bırakmanın hüznü ve doyamamışlığı vardır.

    cennet tasviri ile bu yarım kalmışlığı telafi etme fırsatı olduğuna inanan mütedeyyinlerin, sadece bu kaygıyı azaltmaya çalışma yöntemleri var. itikat harici diğerleri ise, sonsuz yokluğa gitme tesellisinin kendilerini kuşatmasına izin verir. nihayetinde, "insanlar ölümden, çocukların karanlıktan korktuğu gibi korkar; ve çocuklardaki bu doğal korku anlatılan masallarla büyür tıpkı diğeri gibi."^:francis bacon^ ve bu masalın kahramanı her daim "biz" oluruz.